Nevşehir’de 2018 yılına giriyoruz. Malum önümüz kış soğuk ve uzun kış geceleri, aile içinde, hısım-akraba ve komşuların, dostların da katılımlarıyla, sohbet ortamlarına dönüştürülür Nevşehir’de.
Çaylar içilir, mısır veya kestane patlatılır, sobada patates ve gömbeler çekilir, mevsiminde kış için saklanmış meyveler çıkarılır…
Önceden hazırlık yapılmışsa, yerlerde kar da varsa, köftürler ve kuru üzüm çayın yanında yerini alır.… Daha doğrusu, bütün bunları “miş” ya da “mış” diye anlatmamız gerek.
Zira, bizim kuşaklar pek azına tanık olabildi bunların. Televizyon icat oldu, eğlence alışkanlıkları değişti. Okullarda kutlanan “yerli malı haftası” gibi misafirlikler, sohbet akşamları mazide kaldı. Misafirliklerde bile, falanca program, filanca dizi birlikte izlenir oldu. İkramlar da büyük ölçüde değişti, hiç şüphesiz… Ama, değişmeyen bir şey varsa, geçmişte de, bugün de yılbaşı gecelerinin tüm diğer gecelerden farklı oluşu… Bir takvim yılı bitiyor, yepyeni bir yıl başlıyor…
Yeni umutlarla, yeni beklentilerle…En azından, geride kalan yıldan daha iyi bir yıl olması temennileriyle… Bugün de aileler, mütevazı sofralarında bir araya geliyorlar yılbaşı geceleri…Oğlan, kız, gelin, damat, torun…Ya da birbirini seven, birlikte eğlenmekten hoşlanan dostlar… Bir araya gelmenin bir vesilesi yılbaşı…
Kimileri yılbaşının kutluyor kimileri ise ben kutlamıyorum diyerek o güne özel mutlaka bir şey yapıyor kimse kimseyi kandırmasın ben karşıyım bu işlere diye….
Dünyamızda böyle bir global bir şey yaşıyoruz ve yaşayacağız peki sen ne yapacaksın diyenleri duyan gibiyim…. 31.12.1979 akşamı saat 23:58 de doğan bir çocuk ne yaparsa onu yapacağım yeni bir sene alırken ad günümü unutmayanların mesajları ve ailemin sürprizlerini bakacağım gerçi böyle günleri de hiç sevmem ancak yapacak bir şey yok. Dünyaya geldiğimiz o günü anmak lazım diye düşünüyorum. Malum defteri öldüğümüzden açmadan her yıl bir karşılaştırma yapmak lazım….
Bugünkü yazımda sizlere bir KABAĞIN SAHİBİ’ni anlatmak isterim….
Vaktiyle bir derviş varmış ve traş olmak için bir berbere gider.
Berberden saçını dibinden kazımasını, sakal ve bıyığını kısaltmasını ister.
Tereddütsüz bir şekilde berber koltuğuna oturan derviş: - “Vur usturayı berber efendi!” der.
Berber, dervişin saçlarını kazı maya başlar. Derviş de aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın …mı bıçkın bir kabadayı girer içeri.
Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak: - “Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım!” diye kükrer.
Dervişlik bu… Sövene dilsiz, vurana elsiz olmak gerek. Ses çıkarmaz, biraz çaresiz, biraz mütevekkil usulca kalkar yerinden. Berber, bu gariban müşterisine karşı mahcup olmakla beraber kabadayının pervâsızlığından da korkmuştur. Ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa baslar. Fakat küstah kabadayı, tıraş esnasında da boş durmaz; sürekli aşağılar dervişi, alay eder: - “Kabak aşağı, kabak yukarı!..” Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar.
Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası, yokuştan aşağı hızla kabadayının üzerine doğru gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir, kabadayının karnına batıverir.
Kaşla göz arasında babayiğit kabadayı oracığa yığılır kalır, ölmüştür. Herkes bir anda olup biten bu olayın hayret ve şaşkınlığı içindedir. Berber de şok olmuştur; bir manzaraya, bir dervişe bakar ve dervişin beddua ettiğini düşünerek gayr-i ihtiyarî sorar: - “Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?”
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir: - “Vallâhi gücenmedim ona. Hakkımı da helâl etmiştim. Gel gör ki, kabağın bir de sâhibi var. O gücenmiş olmalı!
Herkesin 2018’ye güzel bir şekilde girmesini ve yeni yılın, Nevşehir’e, ülkemize, insanlığa barış, huzur, esenlik getirmesini diliyorum. 2018, umutlarımızın, beklentilerimizin karşılık bulduğu bir yıl olsun. Terörün ve tüm kötülüklerin yenildiği bir yıl olsun.
Doğruları dile getirerek bana kızanlara yılın son gününde Yunus Emre’nin bir sözü ile sözüm var ‘’Olsun be aldırma yaradan yardır. Sanma ki zalimin ettiği kârdır. Mazlumun ahı indirir şâhı, Her şeyin bir vakti vardır.’’ demiş