‘Eğitim felsefesi’ kavramının kalıplaşmış tanımlarına değinmeyeceğim. Çünkü günümüz dünyasında maalesef bu kavramın ne olduğu değil, nasıl olması gerektiği konusunda eksiklikler var.
İlk önce eğitim felsefesinin beni ne derece etkilediğinden sonrasında da nasıl olması gerektiğinden bahsedeyim:
Bana göre eğitim felsefesi insanı bir makine gibi “robot”laştırmaktan ibarettir. Sistem mekanizması adı altında ilk başta özgürlüğünüz kısıtlanır daha sonra da deniz kabuğu içindeki midye gibi içinize kapanırsınız. Kabuğunuzu kırmaya kalkıştığınızda ise ya maddi imkanınız olmaz ya da manevi bir desteğiniz. Bilime, teknolojiye kısaca bu ülkeye, birçok yönden katkı sağlayacağınız en verimli çağınızda bir bakarsınız eğitim felsefeniz koca bir “çaresizlik” olmuştur. ‘Fırsat eşitliği’ dedikleri şey sizi çoktan teğet geçmiştir. Hele bir de ‘umut tacirliği’ yapanlara denk geldiyseniz, tüm umutlarınızı yıllarca emek verdiğiniz diplomanızla değil, sözde ‘dayı’lıkla iki dakikada satın alıverirler. Böylece ‘emeksizler’in emeğinizi satın aldığı dünyada önce insanın hayalleri yıkılır, gitgide duyguları körelir ve derken domino taşı gibi olaylar birbirini etkilerken aslında koca bir toplum zarar görür.
İşte bu yüzden, dünyada onca acı gerçek yaşanırken “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyen Mustafa Kemaller; “Gerçek mutluluk mal ve mülke sahip olmak ile değil akıl ve erdeme sahip olmak ile mümkündür”, diyen Aristolar; “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır,” diyen Yunus Emrelerin nesli gitgide tükenir.
Bu olanlara ‘dur’ demek için öncelikle globalleşmiş hale gelen “kültürel yozlaşma”nın önüne geçilmelidir. İnsanlar, batılılaşmak adına kendi benliklerini giderek kaybetmekte ve değerlerimize sahip çıkmak yerine ahlaki bozuklukların pençesine takılıp yok olmaya doğru sürüklenmektedir. Örneğin; ilkokul çağına kadar tüm öğrencilere kıyafet serbestliği getirildi.
Bu da ister istemez, yaşıtlar arasında marka rekabetini doğurdu. Yoksul ailelerde ise durum, hem maddiyatı zorlayıcı hem de onur kırıcı bir hal aldı. “Etik” kavramı bu tür uygulamalar ile ehemmiyetini yitirmekte ve nice filizler açmadan solmaya mahkum edilmektedir.
Ne olurdu sanki geleceğimize “sınav baskısı” altında değil de, isteklerimiz doğrultusunda yön verebilseydik. Bir ömürlük hayallerimiz ve geleceğimiz birkaç saate sığdırılıyor. Bu ve bunun gibi nedenlerle kaybeden insanları gördükçe eğitime dair umudumu kaybediyorum. Fikir sunsam sanki öncesinden çürütülmeye hazır gibi. Özetle diyeceğim o ki, eğitim felsefesine dair düşüncelerim Erich Froom’un “Umut Devrimi” veya Neil Postdam’ın “Teknopoli” adlı kitaplarındaki bakış açısı ile maalesef eşdeğerdir.
‘Beşer, hem düşer hem şaşar’ dedik ancak bu kadar da olmamalı artık. Millet olarak kendimize saygımız yoksa bu topraklar için canını verenler uğruna saygı göstermeliyiz. Değerlerimize sahip çıkarak, yok olmaya yüz tutmuş bu eğitim sistemini iyileştirmek adına erdemli birer “eğitim neferi” olmalıyız